Eskiden olsa "25'mi? Ohaaaa, çok yaşlı" derdim. Kırklı yaşlarında olanların direk bir ayağı çukurdaydı benim gözümde.
Büyük olmaya, abla
olmaya, topuklu ayakkabı giyip çantamı koluma takarak istediğim yere
yanımda annem olmadan tek başıma gidebilmeye özenirdim. Evcilik
oyunlarında hep abla yada anne olurdumki, en azından oyun içinde
kardeşime büyüklük taslayabileyim diyerekten:)
Gözlük takmayı bile
bir büyüklük göstergesi olarak düşünür, cin gibi gören gözlerim için
"benim gözlerim aşırı bozuk, kesin gözlük takmalıyım ben" diye tutturur,
gözlük takmak için adeta yırtınırdım.
Böyle değişik bişeydim yani özetle. Sanki büyüyünce elime ne geçecekse, öyle bi büyüme aşkı vardı içimde:)
Gel zaman git zaman, bi bakmışım 30'um. Hani şu yazıyla otuz olan otuz.
Bikaç sene önce
ohaaa dediğim 25, artık hiç de öyle büyük gelmemeye başlamış. Otuzlu
yaşlar genç, kırklı yaşlar ortaya yakın genç olmuş, taaa yetmişler filan
yaşlıymış artık. Hatta bazen 65 yaşında dünyadan göçenler için "yazık
daha gençmiş" dediğim bile görülmüş. Düşünki öyle bi olgunlaşma, öyle bi
yaşını benimseme, öyle bi gereğinden hızlı büyüme.
Ben küsüratı
sevmem. Tıpkı televizyonun sesini açarken asla 27'de yada 28'de
bırakmamam gibi. İllaki 30 olcak. Yada 20. Ortası mümkün değil.
O yüzden alışmam çok zor olmayacak, yuvarlamaya gerek olmadan, iki hecede bitcek.
O-tuz.
Dipnot: Bir diğer
güzel yanı da, dudaklarımı daha dolgun gösterecek bi yaştayım artık.
Soranlara dudaklarımı öne doğru uzatarak böyle dolu dolu otuz diycem
aauhauahua :))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder